Görünmek Mi Yaşamak Mı? Sosyal Medya Tuzağı!
Gündem

Görünmek Mi Yaşamak Mı? Sosyal Medya Tuzağı!


01 May 20255 dk okuma12 görüntülenmeSon güncelleme: 31 July 2025

Değerli okurlar, günümüzde insan sadece var olmakla yetinmiyor, kendini göstermek zorunda hissediyor. Çünkü artık kural çok basit: Görülmeyen unutulur, paylaşılmayan yaşanmamış sayılır. Sosyal medyada hikayelerde yer almıyorsan, akışta kayboluyorsun. Peki, bu durum gerçekten böyle mi olmalı?

Sosyal Medya Çağında Görünme Zorunluluğu

Artık sadece yaşamak yetmiyor; yaşadığını göstermek gerekiyor. Göstermezsen, yok sayılıyorsun. Bu yüzden her sabah insanlar, gözlerini bile tam açmadan sosyal medyayı kontrol ediyor. "Birileri bir şey paylaşmış mı? Takipçi sayım ne olmuş? Beğenilerim yerinde mi?" gibi sorular, sabah duaları gibi tekrar ediliyor. Oysa insan bu kadar görünmeye mecbur mu? Sürekli alkış arayışı, sürekli beğeni ihtiyacı, insanı kendisi olmaktan çıkarmaz mı?

"Şöhret, ateşe benzer. Körüklenmezse söner." Bu sözü eskiden sadece sahne tozu yutanlar bilirdi. Şimdi herkesin hayatında bir sahne var ve herkes kendi izleyicisinin önünde performans sergiliyor. Ne yazık ki bu sahne, insanı çok hızlı tüketiyor, bitiriyor, yakıp yıkıyor.

Bugün popüler olan biri, yarın sessizliğe gömülüyor. Bir zamanlar binlerce beğeni alan bir hesap, birkaç hafta sonra unutulabiliyor. Çünkü bu sistemde insan değil, içerik değerli. İçerik ise hızla tüketilen bir eşya gibi. Bugün giydiğin tişört, yarın gözden düşer. Aynı şey insanlar için de geçerli hale geldi: Düşünceler, duygular, hatta hayatlar kolaylıkla tüketilip atılıyor.

Paylaşmak İçin Mi Yaşıyoruz?

Bu kadar hızlı tüketilen bir dünyada, insan kendi iç dünyasını da yitiriyor. Paylaşmak için yaşamak, yaşamanın kendisini boğuyor. Anın tadını çıkarmak yerine, anı nasıl paylaşacağımızı düşünüyoruz. Kahvemizi içerken bile bir kare çekip paylaşmak zorunda hissediyoruz. "Bakın ben de buradayım!" deme arzusu, her şeyin önüne geçiyor.

İnsan, sessizliği de bilen bir varlıktı. Kendiyle baş başa kalabilen, düşündüğünde derinleşen, hissettiğinde duraksayan bir canlıydı. Şimdi ise hissetmeden geçiyoruz, düşünmeden konuşuyoruz, durmadan paylaşıyoruz. Durmak artık lüks sayılıyor. Sessizlik, yoklukla eş tutuluyor. Bu yüzden mutsuzuz. Çünkü içimizdeki özle, dışımızdaki gösteri birbirini tutmuyor. İnsan olmak ile insan gibi görünmek arasındaki fark giderek büyüyor. Kendi gerçekliğimizi kaybediyoruz. Sanal alkışlara bağımlı bir mutluluk, kısa sürede yorgunluğa dönüşüyor.

Sadeleşme Zamanı

Peki çözüm ne? Çözüm, sadeleşmekte. İnsan, insan olduğunu hatırlamalı. Bir fotoğraf karesinde görünmese bile, bir gönderide adı geçmese bile var olduğunu bilmeli. Varlığını başkalarının onayına bırakmamalı. Çünkü insan, onayla değil, farkındalıkla büyür. Gerçek bağlar, ekranda değil; göz göze bakışta kurulur. Samimiyet, yorumlarda değil; sessizce dinlenen bir dostta saklıdır.

Kendimizi bu kalabalığın içinde kaybetmek yerine, biraz sadeleşmeyi öğrenmeliyiz. Sadece paylaşmak için değil, gerçekten yaşamak için yaşamalıyız. Ve en önemlisi, unutulmaktan korkmak yerine, unutulacak şeylere değer vermemeyi öğrenmeliyiz.

Bugün hepimize düşen bir görev var: Kendimize dönmek. Kendimizi tekrar hatırlamak. Ekranı kapatıp bir aynaya bakmak. Belki uzun süredir görmediğimiz biriyle, yani kendimizle yeniden tanışmak. Çünkü hayat paylaşınca değil, yaşayınca güzeldir. Ve insan, en çok sade kaldığında gerçektir. Sade ve sadece insan kal. Gerisi zaten geçer gider.